30 Eylül 2013 Pazartesi

his


 
 
 
sana, hiç yokmuşsun gibi davranan oldu mu blog ?  
hiçmişsin gibi, hiç kimseymişsin gibi, herkes varken sadece sen yokmuşsun gibi hissettin mi hiç?
 
ben hissettim.
 
 
 


29 Eylül 2013 Pazar

ahh





"Dost bivefa,
felek birahm,
devran bisukün,
Dert çok, hemdert yok,
düşman kavi,
tali zebun."

ve Allah büyük...




sevdalım kitap


 
 
 
bir kaç yıl sonraki BEN :)  kayda geçelim istedim blog. gayet de iyi ettim kanımca.
 
 
 
 
 


tanıyabilene yıldızlı pekiyi veriyoruz



 
 
 
 
“Her zaman saf bir yanım oldu. Ben, kelimelere çok inandığım için, başkalarının yalan söyleyebileceğine de bir türlü inanamayanlardanım. Benim sorunumdur bu.
Bu yüzden hayatım boyunca yalanı tanımakta zorlandım…”
 



28 Eylül 2013 Cumartesi

ben aslında yok/um








"Ben varsam her şey var; ben yoksam ha var ha yok..."



hep yek





insan, yarası yarasına denk geleni sevmiyor blog. yok öyle bir şey.
insan, kendi yaralarını sarmak için bir başkasında yaralar açıyor.
açıyor ve öylece bırakıyor...
şu dünyada hiçbir şey de iki kişilik değil üstelik. hep tek başınasın blog, en çok da öyle olmadığını düşündüğün zamanlarda. 
yalan söylüyorlar blog, tüm şairler yalan söylüyor....



büyük


 
 
 
büyük ayıp mı yoksa büyük kayıp mı ? insan bazen bilemiyor blog.
 
burada sözü milton'a verelim ve kitap okumaya gidelim blog, haydi.
 
'Bana bütün hürriyetlerden evvel, bilmek, düşünmek, inanmak, vicdana göre konuşmak mertebesini veriniz.'
 


24 Eylül 2013 Salı

23 Eylül 2013 Pazartesi

bilmeseymişim iyiymiş




"Her şeyin düzeleceği umuduyla yaşıyor, hiçbir şeyin değişmediğini görerek ölüyoruz."

- İsmail Kılıçarslan -


sen blogsun bilmezsin ama biz insanlar (hepimiz değil, ama bu haksızlık, biliyorum, boşver) toprağa girmeden de ölebiliyoruz blog. yoksa ben de bilirdim dimi kıpır kıpır, fıkır fıkır, fink fink olmayı. olamıyorsam bir nedeni var işte blog.

bilmek blog... bilmek lanetlenmektir.




bilsem ki...



 
 
 
 
İçimde bir zalim var, bana zulmeden..
Beni de çok sever misin Allah’ım?..
"Serdar Tuncer"


22 Eylül 2013 Pazar



 
 
çocukları olursa adını sevgi koysunlar blog, ne dersin?
 
 
 
 

nefret etmekten nefret ediyorumm


ne zaman hoşlanmadığım bir şeyle karşılaşsam, bunu "hoşlanmıyorum" veyahut "sevmiyorum" diye değil de "nefret ediyorum" diye ifade ediyormuşum. neden mi ...muşum? çok basit: söylenene kadar fark etmedim. "nefret etmediğin bir şey var mı?" sorusuna muhatap olunca dank etti.
nefret blog, sanırım hayatımdaki en temel duygu bu. tek başına değil elbette. yani o an yaşıyor olduğum duygu karmaşası içerisinde en ağır basanı hep o oluyor. mahallenin gürbüz çocuğu gibi, yanında her şey küçük kalıyor.
gene ifade edemedim kendimi dimi ?  bak işte en çok da bundan nefret ediyorum.

20 Eylül 2013 Cuma

heh işte




“ilişkinin başlangıcındaki o coşkun tutku, sevginin büyüklüğüne kanıt değildir. bu olsa olsa o kişilerin daha önce içinde bulundukları yalnızlık duygusunun büyüklüğüne kanıttır.”

Sevme Sanatı - Erich Fromm

bomboş...bombok...


 
 
 
"feryadım , figanım göğe erişti" derler ya hani, çok af edersin ama bok erişir be blog. değil göğe yanındakine, en yakınına bile ulaşmaz.
hayatı (güya) yaşanabilir kılmak için bunun gibi ne çok şey uydurmuş, yetmemiş bir de bunlara ne çok inanmışız.
yaratmış olduğumuz her şey aslında yaşamak değil de yaşayamamak üzerine gibi.
doldurmaya çalıştıkça daha da büyüyen boşluklar.
boşluklar... boşluklar... boşluklar blog....dolmuyorlar.
 
 
 
 
 
 
 


19 Eylül 2013 Perşembe

işte öyle bir şey


bu dünya belki değil ama öteki dünya benim be blog...
sadece benim...


18 Eylül 2013 Çarşamba

mavi mavi masmavi






Mavi gerçekten de insandan uzaklaşan bir renktir. Göğün rengidir. Uzağın rengi…” 
 
 

işte bunlar hep imkansız herr nietzsche


"İnsan hakikat peşindedir: Ne kendini yalanlayabilen, ne aldatabilen, ne değiştirebilen bir dünya, doğru bir dünya -- ıstırap çekilmeyen bir dünya; oysa çelişki, yanılsama ve değişim ıstırabın kaynaklarıdır!"
 

Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim...






Senden nefret etmiyorum. Sadece “asla yapmam” dediğin her şeye dönüştüğün için hayal kırıklığına uğradım.


17 Eylül 2013 Salı

bekle/me


 
 
 
 
"Sonra çay bize bir gerçeği daha öğretti;
bekleyen her şey soğur, acır ve bayatlar."
 
 
 

16 Eylül 2013 Pazartesi

yav he he





"Benim ona tutunabilmem için, 
onun benden başka bir dayanağı olmamalı." 

-Aylak Adam, Yusuf Atılgan
 
 
 

bu matematik bizi kandırıyor hocamm





Tam bütün cevapları bulmuşken, sorular değişti "

— Paulo Coelho --

14 Eylül 2013 Cumartesi

hepdurasımvaroysa




“Hayatta en büyük pişmanlıklarım,
yaptıklarım değil,
yapmadıklarımdır,” demişti birisi.
Keşke yapsaydım demek.
Hiçbir keşken kalmasın bu hayatta.
Ne istersen, seni ne mutlu ederse onu yap.
Sakın durma, sakın...



Anlasam Anlatamazdım ( İrfan Uyar)

anlamsız hayatlara anlam katma debelenişleri vol. 7850982138





evde turşu yapmanın püf noktalarını öğreneyim de hayatım anlam kazansın diyorum blog, ne dersin? bence çok mantıklı bir hareket.
semt pazarına gidiyoruz, haydi.






13 Eylül 2013 Cuma

buruk acı


 
 
 
zaman hiç işlemiyor bazılarına , dindirmiyor, hafifletmiyor.
öylece yaşıyorlar içinde, hem seninle birlikte, hem de senden bağımsız. 
psikosomatik engeller koyup duruyorlar hayatla arana. ne yapsan olmuyor . tam oluyormuş gibi oluyor bazen... fakat.... yine olmuyor, yine olmuyor...



mesaj yiyici küçük yeşil adam


 
 
fok moku yiyesice  :p
 
 

12 Eylül 2013 Perşembe

büklüm büklüm



"Düşünceler, duyguların çekim alanlarına girince bükülürler."

o vakit; hassikkktiiiirrrrrrsinler o duygular, düşünceler ve daha neler neler.

(çok küfürbaz oldum ben .minako )


 

akıl fikir uyuşmazlığı




 
 
 
boşa beni hayat, beni boşa !
 
 
 

11 Eylül 2013 Çarşamba

hu huuuuu



Dünya küçük demişlerdi,
 nerdesin? 


 
 
 


pfffff



yaşayanlar arasında yaşamıyor olmak... hayat mı bu .minako . hayat bu mu...

9 Eylül 2013 Pazartesi

...


 
 
 
dün gece svetşörtünü giyip yattım Baba'm. kokunu hiç hatırlamıyorum, sesini hayal meyal.
gitmeseydin hiç...
 
 
 
 

8 Eylül 2013 Pazar

metamorfoz



 
 
"Acı çekmiş hiç kimse artık eskisi gibi değildir."
 
 
 

ömrün ikinci yarısı



Ben artık ikinci yarıya girdim.
Ve her fani gibi ben de birinci yarıdan ders aldığımı zannediyordum. Daha da fenası, bu derslerin
işe yaracağına dair bir ümidim var.
Hayat denen şeyin her insanla yeniden sıfırdan
başlaması ne büyük saçmalık!

Ömrünün (iyimser bir bakış açısıyla) ikinci yarısına başladığında insan,
vakit kaybetmek istemiyor.
Daha önceki daha çok, daha hızlı, daha yüksek,
daha güzel telaşına benzeyen bir telaş değil bu, başka şey.
Ayıklamak istiyorsun, tahammül ettiğin,
seçtiğini sandığın ama seçmediğini artık anladığın,
zamanını ve dermanını boş yere emdiğini bildiğin her şeyi,
büyük ve biraz da kederli bir bahar
temizliğiyle göndermek istiyorsun geçmişe.
Safranı “şu an” denen kuyunun içine gömüp,
yola yükte hafif pahada ağır olan
ne varsa onlarla devam etmek istiyorsun.
Çünkü birinci yarıyı herkes gibi
otuzbeş yıl olarak tamamlamış olsan da ikinci yarının
ne kadar süreceğini bilmiyorsun.
Birinci ile ikinci yarı arasındaki en ölümcül farkın
bu olması dehşete düşürüyor insanı.

Aynı kavşakta yazının ikinci yarısını da geçiyorsun.
Fazladan söylenmiş süslü sözcükleri cahil bir
gevezelikten, budalaca bir gösterişten saydığın,
giderek bu türden laf kalabalığına
tahammül edemez olduğun ikinci yarısı bu.
Yazının sükûta doğru giden yarısı.
Bunlara vakti olmayan insanları anlıyorsun;
sen de onlardan birisin artık çünkü, biliyorsun.

7 Eylül 2013 Cumartesi

the movie of my life



................





içimde ne var ne yok en çıplak haliyle bağıra bağıra akıp gitti içimden telefonun öbür ucuna.
kimse bu kadar alçalmamıştı karşımda, ben kimseden bu kadar iğrenmemiştim hayatım boyunca.
korku insana neler yaptırabiliyor, ne hallere sokabiliyormuş bugün gördüm.
ve ben bir kez daha iğrendim insanın kötülükteki sınırsızlığından, bir kez daha utandım insan olmaktan. bıktım tabi tutulduğum imtihanlardan, inanç ile inançsızlık arasında gezinip durmaktan.
zihnimi toparlayıp, şu durumda bile bir başkasını düşündüğüm için, ne yapmam gerektiğine karar verememekten.
huzursuzum, mutsuzum... her zamankinden daha yoğun, her zamankinden daha fazla....
 



6 Eylül 2013 Cuma

......


bir darbe daha blog, bir tane daha. yine. tam her şey çok güzel gidiyor, işimde istediğim konuma geldim, hayatımı da yavaş yavaş bir düzene koyuyorum derken... şimdi yazmaya bile utandığım o şeyi yaşadım bir kaç saat önce ben ve halen o kadar karmaşık ki aklım. kendimi o kadar  kötü, o kadar aşağılanmış, o kadar değersiz hissediyorum ki... yani o kadar ki "o kadar" dan daha uygun bir kelime bulamıyorum.
odam için masa aramaya çıktık sınıf sınıf. en son laboratuvara baktık, yoktu, geri dönerken elini omuzuma attı, yanaklarımdan öptü, sonra bir eliyle yüzümü kavrayıp dudağımdan öptü. öylece bakakaldım, hiç bir tepki veremedim. konduramadım çünkü bu adam müdürlerimizden biri, çünkü bu adam babam yaşında.
arkama bile bakmadan uzaklaştım oradan, seslendi, yanlışlıkla oldu dedi, yanlış anladın dedi. iyilik yapıyoruz karşılığında yaptığına bak dedi. utanmadı ve bunları söyledi. ben hiç konuşamadım, hiç bir tepki veremedim, gittim ağzımı sabunladım, dakikalarca sabunladım ağzımı.
arkadaşlarıma gidip - olayı anlatıp anlatmadığımı öğrenmek için sanırım - masa bulmak için bana yardımcı olduğunu fakat benim kıymet bilmediğimi (ne demekse artık) anlatmış onlara. tam suçlu psikolojisi. vicdanını ardımdan kulis yaparak rahatlatmaya çalışıyor. ne kadar zavallıca, ne kadar iğrenç.
ve ben diğer hiç bir müdürüme gidemedim, anlatamadım. ağzımı sabunladım hep, durmadan ağzımı sabunladım.
en yakın arkadaşıma anlattım sonra, çünkü daha fazla taşıyamadım içimde, çünkü ondan başka kimseye anlatamazdım. böğüre böğüre ağladım yanında. canım benim, ne çok avuttu beni, "eğer bir kez daha sana dokunacak olursa okulu başına yıkarım" dedi. "senin hiç bir suçun yok" dedi. "kanser olduğunda ölseydi keşke. sen ne kadar çok ağlamış, dua etmiştin oysa hastalığını öğrendiğinde" dedi. keşke öyle olsaydı. keşke geberseydi, keşke şu dünya böyle bir pislikten kurtulsaydı. keşke ben orada çalışmak durumunda kalmasaydım, keşke çekip gidebilseydim, keşke tüm iş yerini, tüm şehri haberdar etseydim bu durumdan. insan içine çıkacak yüzü kalmasaydı keşke.
ama bunlara bir şey olmuyordu değil mi? sen o utançla, tiksintiyle yaşarken, onlar eve gidip, eşlerinin, çocuklarının yüzlerine bakabiliyor rahatlıkla. oysa benim aklıma yıllarca evvel ölmüş babam bile geliyor, haberi olmuş mudur diye endişeleniyorum. anneme bakıp, öğrense ne hissederdi diye düşünüyorum.
kimseyi sevmeyeceksin blog, hiç kimseye değer vermeyeceksin. kadınsan , özellikle de bekarsan av'dan farkın yok bu ülkede. etten, tenden ibaretsin. istediğin kadar sakın kendini, gelip buluyorlar, kendilerinde o hakkı görüyorlar.
birisi bir kez sevişip fırlatır atar seni, diğeri işyerinde taciz eder. sen neler hissedersin, içinde ne fırtınalar kopacaktır umurlarında değildir. evdeki kadın değerlidir, dışarıdaki diledikleri gibi davranabilecekleri birer meta. yapılan her şey sevgi kisvesi altında yapılır. ne çok kirlettiniz onu da....
ama bugün ben her zamankinden daha çok inandım Allah'a, ahirete, hesap gününe, ilahi adalete.
bu dünyada ben de susuyorum tıpkı vicdanınız gibi fakat öteki Dünya'da da ben susmayacak, hakkımı arayacağım.
yaşamış olduğum müddetçe de ah edeceğim size...


4 Eylül 2013 Çarşamba

hayat ki...

 
 
 
 
Yaşamını önceden yaşamağa çalışacaksın hep —
 
oysa olanaksızdır bu : yaşamın ancak yaşandıktan
 
—sen onu yaşadıktan— sonra,
 
senin yaşamın haline gelecek
 
Yaşamını yaşamadan yaşayamazsın
 
 
yaşamın, yaşanınca, yaşamındır.
 
 
 

hüsranlardayım, döneceğim





Allah'ı görüyorum rüyamda, sırtım ona dönük ( ki bu rüyanın sahih olduğu anlamına geliyormuş ), cesaret edip de bir türlü  "yüzüne" bakamıyorum, heyecanlıyım, ellerim, ayaklarım titriyor. Diyor ki bana : "kıyamet kopacak yakında, hazır ol ! " (zaten her gün kopmuyor mu ki ??)
heyecan yerini şaşkınlığa bırakıyor. sonra yerde masmavi bir su birikintisi, onun üzerinde de bembeyaz köpükler görüyorum, büyülenmiş gibi (duygulardan duygu beğeniyorum maaşallah) bakıyorum bu manzaraya...
günlerce süren o "bir işaret Allah'ım" niyazları kabul olundu sanırım, fakat aslolan işaretten ziyade onu çözebilmek olduğuna göre, yine hüsranlardayım ya blog. 






a(h)mak-ı hayal


 o böyle o güzel ağzını büze büze, ciddi ciddi vizyon, misyon, kurallar üzerine konuşuyorken yerimden kalkmak, ona doğru yürüyüp o sevimli ağzına kocaman bir öpücük kondurup, yerime geçmeden evvel de "toplantıyı böldüğüm için özür dilerim fakat daha fazla dayanamadım. buyrun kaldığınız yerden devam edin lütfen " dememek için ne zor tuttum kendimi bugün ben. arzular şelale blog, ben ise sabır taşı :)